YıLdız Foruma HoşgeLdiniz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
YıLdız Foruma HoşgeLdiniz

iyi vakit geçirmeniz diLeğiyLe
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Tanımlı Namazın Çekirdekleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
RapunZeL
Süper Moderotor
Süper Moderotor
RapunZeL


Kadın Mesaj Sayısı : 896
Yaş : 33
Nerden : İstanbuL
Lakap : *Tavsan Disli*
Kayıt tarihi : 02/09/08

Tanımlı Namazın Çekirdekleri Empty
MesajKonu: Tanımlı Namazın Çekirdekleri   Tanımlı Namazın Çekirdekleri EmptyPerş. Eyl. 04, 2008 10:32 pm


Namazın Çekirdekleri

Namazda
tesbih, tekbir, tahmid, sübhaneke, Fatiha, Ta­hiy­yat gibi hususî sûre
ve terkiplerin mânâları üzerindeki tefekkür tarzımız nasıl olmalıdır?

Tekbir
(Allahu Ekber), tesbih (Sübhanallah), tahmid (El­ham­dü­lillah), Fatiha
ve Tahiyyat gibi hususî cümleler, namazın çekirdeği mahiyetindedir.
Aynı zamanda bu ifadeler, kulluğun da esasatıdır.. ve bunlar, mü'minin
tefekkür dünyası için de çok önemli unsurlardır. Diğer bir ifadeyle
mezkur ifadeler, mü'mi­nin tefekkürle dolduktan sonra boşalmasını
dillendiren çok mühim cümlelerdir. Ayrıca bu ifadelerden her biri,
mü'minin kâinattaki hakikatler karşısındaki hayranlığını seslendirirler.

Şimdi isterseniz icmalî (özet) olarak yaptığımız bu değerlendirmeleri biraz daha açalım:
"Namaz,
mü'minin miracıdır." buyrulmuştur. Efendimiz, cismiyle ve ruhuyla
semalara çıkmış, mertebeler üstü zirvelere ulaşmış, görmesi gerekli
olan şeyleri –Allah'ın lütfuyla– görmüş ve daha sonra da geriye dönüp
gelmiştir. Mü'min bu ufku, iyi konsantre olursa her zaman hayalinde,
ruhunda ve zihninde yakalayabilir ve hakikî miracın gölgesinde izafî
miracı yaşayabilir.

Hakikat-i
namaza muvaffak olamamış biri olarak bunu aynıyla size intikal ettirmek
benim için çok zordur. Ancak, dayanağım, yaşayanlar; onların hissedip
hissettirdikleri çerçevede bir şeyler söylenebileceğini düşünüyorum:

İnsan,
bahsini ettiğimiz bu fikrî ve ruhî miracını yaparken tekvînî (kâinata
ait) ve enfüsî (insanın iç dünyasıyla alâkalı) âyâtı müşâhede eder.
Kur'ân'ın âyetleriyle bunlar arasında münasebetler bulur. Yerde
bulunduğu aynı anda, başının atmosferi aştığını, gidip ta ötelere
ulaştığını duyar gibi olur; evet insan az ruhunu dinlese, o atmosferi
her zaman yakalayabilir.

Bundan
sonra karşınıza Kur'ân'ın âyetlerinin de yardımıyla rengârenk tablolar
çıkar ki, bu tablolar, sizin nefsinize karşı, nefsinizden münbais
olabileceği gibi kâinattan doğma tablolar da olabilir.. ve siz bu
tabloların her birinde ne rengârenk şeylerle karşı karşıya kalırsınız!
Aslında topyekün kâinat, eşya ve insan vücudunda, insanla kâinat
arasındaki münasebetlerde öyle bir armoni, öyle bir âhenk vardır ki,
dahası olamaz.

İşte
böyle bir manzara karşısında siz, "Buna karışan başka el olamaz, bu
nizam ve âhengin arkasında sadece Allah var.!" der ve takdis makamında,
iliklerinize kadar duyarak, "Süb­hanallah!" sözleriyle haykırırsınız.
Tekbiri alır almaz, "Süb­hanekallâhümme ve bihamdik" diyerek, hamd ü
tesbihi beraber yâd edip, "Bize onu duyurduğundan dolayı Sana hamd
olsun. Seni tesbih u takdis ve ilan ederiz ki, Sen varsın, şerikin yok
ve Sen münezzeh ve mukaddessin!.." dersiniz.

Bunlar gönlün sesi ve solukları olarak çevrede tınladıkça insan kendini vecd ü istiğrak zemzemesi içinde sanır.
Bazen bu derin mülâhazaları, kâinatta o baş döndürücü hâdiselerin duyulması takip eder. Bu konuda bir ilim adamı şunları söyler:
"Şu
güneş sisteminin başka bir güneş sistemiyle çarpışması veya güneş
sisteminde bir gezegenin başka bir gezegenle vuruşması, bir denizde
akıp giden bir vapurun başka bir denizde yüzen herhangi bir vapurla
çarpışma ihtimali söz konusu olmadığı gibi şu koca kâinatta da öyle
müthiş bir âhenk var ki, hiçbir gezegen veya gök cismi bir diğeriyle
çarpışması kat'iyen bahis mevzuu değildir."

Evet,
insan kâinattaki bu muhteşem nizam ve intizam, tedbir ve tedviri
gördüğünde, "Bu ne müthiş, ne büyük bir kuvvet eseridir!" demekten
kendini alamaz. Arkasından bir kere daha tefekkürle derin bir soluk
almak için "Allahu Ekber" der iki büklüm olur. Durumuna göre ve tilâvet
ettiği âyetlere bağlı olarak, Cenâb-ı Hakk'ın gökten ve yerden
indirdiği ve bitirdiği nimetleri düşünür, hamd ü senâ hisleriyle
köpürür; verilen şeyleri, verileceklerin referansı sayar sevinir; duygu
ve düşünceleri itibarıyla hep O'na doğru yol alıyor gibi bir ruh
hâletiyle gürler ve tilâvet ettiği kelimelerle duyuş ve sezişleri
arasında münasebetler kurar ve hislerini namazın münasip bir rüknünde
ona uygun "kelimât-ı tayyibe" ile seslendirir ve daha da derinleşerek
seyahatini devam ettirir.

Evet,
namazın içinde çokça zikredilen Sübhanallah, El­ham­dülillah ve Allahu
Ekber gibi mukaddes kelimeler, bir bakıma kulluğun sesi-soluğu, miraç
hakikatinin farklı fasıllarının işaretleridir.

Biz,
Cenâb-ı Hakk'ın karşısında kulluğumuzu icra ederken bütün müşâhede,
duyuş ve hissedişlerimizi tesbih, tahmid, tekbir şeklinde dile
getiririz. Vermiş olduğu maddî-mânevî, cismanî ve ruhanî bütün
nimetlerine karşı "Elhamdülillah"; hiçbir şekilde şerikinin bulunmaması
karşısında tesbih sadedinde "Sübhanallah"; küçüklüğümüzü teslim, O'nun
büyüklüğünü ilan sadedinde "Allahu Ekber" diyerek umum rubûbiyetine
karşı küllî bir ubûdiyette (kullukta) bulunmaya çalışırız.

Fatiha
sûresi, Kur'ân'ın hulâsası ve özüdür. Bütün Kur'ân­da­ki hakikatleri,
mücmel (özet) olarak Fatiha'da görmek mümkündür. Binaenaleyh biz orada,
yerinde Cenâb‑ı Hakk'ın azametini görüp dehşete kapılarak "Büyüksün
Allahım!" mânâsına "Allahu Ekber!" deriz; yerinde Cennet'in nimetleri
içinde yüzüyor gibi olur ve o nimetlere bizi ulaştıracak vesileler
içinde bulunduğumuzu hisseder, Allah'ın lütfuyla bir mânevî merdivende
yükseltildiğimizi görerek –aynı şeyler oruç, zekât, hac gibi hususlarda
da söz konusudur– "Elhamdülillah" deriz. Yerinde, "Bütün bunları,
kâinat ve dünya-ukbâ münasebetini hazırlayan Allah'tır." diyerek, yâd
ederiz ki, câmi bir icmalle bunların hepsi Fâtiha'da mündemiçtir.

Tahiyyata
gelince, o daha net olarak bize miracı hatırlatır. Miraç, Efendimiz'in
(sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah'a olan kulluğu ve tabir-i diğerle
kendisinden istenen kulluğu çok geride bırakıp evc-i kemale çıkmasının
ifadesidir. Evet, Cenâb‑ı Hak, Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve
sellem) kulluk adına bir kapı aralamış ve geçiş adabına uygun oradan
geçmesini istemiştir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hiç
kimseye müyesser olmayacak şekilde "İki yay arası kadar, hatta daha da
yakın..." (Necm sûresi, 53/9) ile işaret edilen bir derinlik ve
mükemmeliyet içinde o kapıdan geçmiştir.

İşte
miraç, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberliğinin
semeresi değildir; o, O'nun kulluğunun neticesidir. Miraç, en zor
şartlar altında dahi kulluğundan fedakârlıkta bulunmayan Efendimiz'in
(sallallâhu aleyhi ve sellem), insanların kendisine bütün bütün
sırtlarını döndüğü, sebeplerin bir bir sukut ettiği bir dönemde sırr-ı
vahidiyet içinde nur‑u ehadiyetin tecellî etmesinden ibarettir.

Kureyş'in,
"Bunlara kız alıp vermeyeceksiniz.. çarşıda, pazarda bir şey
satmayacaksınız. Her türlü ilişkinizi keseceksiniz.. ta bütün Hâşim
oymağı Şi'b-i Ebî Talib'de mahvoluncaya dek…" dedikleri bir uğursuz
dönemde, yani zâhiren hiçbir esbabın görünmediği anda Allah Teâlâ,
Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kalbini taltif etmek ve
kırılan onurunu tamir etmek için O'nu özel katına yükseltmişti.

Bu
dönem aynı zamanda, onca olumsuzlukların yanında Efendimiz'in
(sallallâhu aleyhi ve sellem) iki büyük musibete maruz kaldığı dönemdi.
Bunlardan biri Ebû Talib'in vefatı, diğeri biricik zevcesi
Haticetü'l-Kübrâ'yı kaybetmesiydi. Cenâb-ı Hak, O'nun bu yaralarının
tedavisi için, "Herkese ve her şeye rağmen, bütün dünyalara bedel Ben
varım!" diyerek Efendimiz'i miraçla taçlandırmış ve tesliyede
bulunmuştur.

O'nun
bütün namazları, niyazları, oruçları ve çileleri; namazın, niyazın,
orucun mânâsını halka anlatmaları, anlatıp bütün bunları birer merdiven
yapmaları, O'nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) miraca yükselmesine
vesile olmuştu. Böyle bir şeref, Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve
sellem) başka ikinci bir peygambere nasip olmamıştır. Her nebi kendi
ruhunda, belki perispirisi ile Allah'ın huzuruna çıkmış, kurb-u huzura
müşerref olarak iltifat görmüştür ama, bütün gökleri ve Cennetleri
bilemediğimiz keyfiyetleriyle temâşâ ikramı sadece Allah Resûlü'ne
müyesser olmuştur.

İşte
bizler de böyle kadri yüce, civanmert bir Nebi'nin arkasında bulunmanın
mazhariyetiyle, namaz sayesinde o miracı duymaya çalışıyoruz.

Buraya
kadar anlatılanlar, ne namazın mücmel bir hulâsası, ne de onun
çekirdeği olan "Sübhanallah", "Elhamdülillah" ve "Allahu Ekber"i
kamet-i kıymetlerine göre anlatmaktır. "Herkes kendi seciye ve
ka­rakterine göre davranır." (İsrâ sûresi, 17/84) âyetinde ifade
edildiği gibi herkes hâline göre iş yapar ve hâline göre konuşur. Ben
de yıkık, dökük ve perişan hâlime göre, o en yüce hakikatleri anlatmaya
çalıştım. Seyyiatım perde değilse, temiz gönüller, bu bulanık şeylerin
arkasında, ger­çekten dupduru olan namaz hakikatini duyabilirler.

Rabbim,
"Hammâdûn" ümmetinden olan bizleri, Ah­med‑i Mahmud olan Efendimiz'in
(aleyhissalâtü vesselâm), ha­dis­lerinin ifadesiyle orada
"Livâü'l-Hamd" isimli sancağı altında toplanmak ve hamd etmek; burada
"Hamdolsun bizi bu Cennet'e eriştiren Allah'a! Eğer Allah bizi muvaffak
kılmasaydı kendiliğimizden biz buna yol bulamazdık."(A'râf sûresi,
7/43) âyetini okuyarak, ahirette de, Livâü'l-Hamd altında toplandığımız
zaman, "Rabbimizden beklenen buydu. Sultanımıza yakışan da budur!"
demek lütfuyla bizleri lütuflandırsın. Dünya ve ukbâda bizi maiyyet-i
ilâhiye ile serfiraz eylesin!..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.yildizforum.yetkinforum.com
 
Tanımlı Namazın Çekirdekleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
YıLdız Foruma HoşgeLdiniz :: İnanc Dünyası :: İslam_Nuru-
Buraya geçin: