Cancağızım;
Dün yine hüzün sokağındaydım… Yabancısı değilim ben bu sokağın… Herkes tanır beni bu sokakta…
Yılda bir kez açan bir çiçekçi dükkanı var burada… Yalnız lâle ve gül satar. Her rengi bulunur gülün ve lâlenin. Kırmızısı beyazı pembesi sarısı. Hatta yeşili ve mavisi bile var. Bir de siyahı… Dükkân sahibi siyah olanı ayrı bir köşede tutar. Kimsesizler içindir o. Onu alan kendine alır ücretsizdir…
Çiçeklerin arasında dolandım hiç birine uzanmadı elim. Çıkarken bir siyah lâle uzattı dükkân sahibi almadım:
- Hayır dedim istemem ben kimsesiz değilim.
Dudağının bir yanı kıvrıldı; gülümsedi mi ne ardımdan dükkân sahibi?!!
Sonra telefondaki “telesekreter” kızla kırıştırdım bir müddet.
- Şu an aradığınız numaraya ulaşılamıyor daha sonra tekrar arayınız.
Ben de öyle yaptım… Tekrar tekrar tekrar aradım… Hep aynı kız çıktı karşıma ve hep aynı şeyleri söyledi:
- Şu an aradığınız numaraya ulaşılamıyor daha sonra tekrar arayınız…
Her zamanki gibi bütün şarkılar hüzzam makamındaydı. Çünkü burası hüzün sokağıydı ve bu sokakta başka makam çalınmazdı…
Şarkılardan biri kaçtı gözüme… Yanaklarım ıslandı… Dışarıda yağmur çiseliyordu… Göz yaşlarımı yağmur suyuyla yıkadım…
Bir saçağın altına sinmiş birini gördüm… Ben bu sokağın eskisiyim müdavimiyim. Bu sokakta herkes beni ben herkesi tanırım. Ama bu yeniydi. İlk defa görüyordum onu hüzün sokağında. Önünde küçücük bir masa vardı. Masanın üzerinde Nuh u Nebi’den kalma bir daktilo. Yanında da boş bir tabure; kendisinin oturduğu tabureden biraz daha yüksekçe. Ceketinin yakasını kaldırmış boynunu içine çekmiş kafasını adeta omuzlarının arasına gömmüş. Yanına yanaştım selamlaştım tanıştım.
- Sen yenisin galiba dedim.
Bir reklam filmindeki gibi sormuştum bu soruyu. Adam yüzüme baktı. Gözlerinde; içinin derinliklerine kök salmış bir hüzün vardı. Bunu gözlerinin etrafındaki çizgilerden anladım. Bir de; şakaklarına düşmüş ak saçların kıvrımlarından.
- Sen eski misin dedi…
Reklam filmindeki delikanlı gibi soruyu yanlış adama sorduğumu anladım. Sustum. Öyle ya burası hüzün sokağıydı. Burada kemiyet hesapları pek kaale alınmazdı. Burada bazen saniyelerle asırlar yer değiştirir bir an bütün zamanlara hükmedebilir ya da bütün zamanlar bir anın içinde yok olabilirdi. Önündeki masayı işaret ederek:
- Ne yapıyorsun burada dedim.
- Ben arzuhalciyim hali arz ederim dedi.
- Yani?
- Derdi olanın derdini. İlgili makama arz edilmek üzere yazarım dedi.
- Benimkini de yazar mısın dedim.
Tekrar yüzüme baktı… Hayır bu defa yüzüme değil içime baktı ve hafifçe başını salladı.
- Olur dedi yazarım…
Nuh u Nebi’den kalma daktilosunu itti bi kenara önüne bir kâğıt aldı. Sonra elini ceketinin sol içine soktu ve bir kalem çıkardı. Kalemi yüreğine batırdı. Ve ben söyledim o kan kırmızısıyla yazdı:
“- Ne kadar isterdim bu gün sana
gözlerimi hediye edebilmeyi
benim sende gördüklerimi
sen de göresin
görüp de bilesin
bilip de anlayasın diye” dedim…
Aynen yazdı… Bir müşterisi daha geldi arzuhalcinin. Gözleri kan çanağı bir genç kız… Aldım kan kırmızısı mektubumu uzaklaştım yanlarından.
Bütün gün dolandım durdum hüzün sokağında. Bir ara “telesekreter” kıza evlenme teklif ettim. Ama o hep aynı cevabı verdi bana:
- Şu an aradığınız numaraya ulaşılamıyor daha sonra tekrar arayınız.
Gün tükendi…
Hava karardı…
Akşam oldu…
Gece oldu…
Yağmur yağmıyor artık…
Telefonum çaldı…
Bir hilâl doğdu gecemin karanlığında… Bir kolye ile bir kalem almış sevdiceği. Kolyenin bir yüzünde kendi adı diğer yüzünde “o”nun adı yazılıymış. Hem de iki tane yaptırmış. Diğeri de “o”nun boynundaymış. Yemyeşil bir vadide akan berrak bir su akışını andırıyordu sesi. Öyle coşkulu öyle sevinçli ve öylesine mutluydu ki… Aşkın marazi bir hastalık olduğunu söyleyenlere inat öylesine hayat doluydu ki… O konuşurken de hep sen vardın aklımda… O konuşuyordu ama ben seni dinliyordum.
- Aloo baba dedi orada mısın?
- Evet kızım seni dinliyorum dedim.
- İyi tamam hadi sonra yine ararım seni dedi.
- Tamam ben de ararım… Seni seviyorum kızım dedim.
Telefonu kapatıp yürüdüm. Hüzün sokağının sonundaki emanetçi dükkânına uğradım. Kan kırmızısıyla yazılı mektubu emanete bıraktım.
- Gelecek yıl gelir alırım dedim ve çıktım hüzün sokağından…
……….
Evet bugün 15 Şubat cancağızım…
Dün bitti… Geride kaldı…
Dünden bugüne ne kaldığının ya da dünden bugüne ne getirebildiğimin ayrımına varabilmiş değilim henüz…
Hayatın karmaşasının tam ortasındayım; yalnız ve sensiz…